Sedat Peker'den Öztürkler Ailesine (Tekirdağ)
Yine bir Ramazan bayramında yine bir F tipi cezaevinden geçmiş Ramazan bayramınızı kutlar, bu kutsal günlerin mensubu olduğumuz milletimizin var olan onur ve şerefini çoğaltarak devam ettirmesini Yüce Yaradandan dilerim..
Öztürkler forumlarında fikir alışverişlerine ve sohbetlerinize katılamamamın tek sebebi, ismimden dolayı, sizlerinde herhangi bir tahakküm altında bırakılmanızı engellemek içindi.
Sızların arasındaki sohbetlere iştirak etmemin benim için, sadece, şeref ve onur olacağını bilmenizi isterim. Ancak, ne kadar gayret edersem edeyim, sizleri de dolaylı olarak tartışmanın parçası haline getirmelerini üzüntü ile izlemekteyim..
Bundan dolayı, düşüncelerimi sizlerle paylaşmanın doğru olacağını düşündüm..
Şahsımın acı çekmesi için F tipi cezaevine yollanmama sebep olan komployu hazırlayanlar, çocukluğumdan beri geliştirdiğim düşünce gerçeğimden haberdar değiller.
Çocukluğumun orta yıllarında, deniz kenarına yürüyüşe giderdim, bu yürüyüş günlerimde bazen havanın bozmasıyla, küçük ve büyük teknelerin balıkçı barınağına çekildiğini izlerdim, bu olayı gözlemlediğimden dolayı, ‘her şeyin bir sığınağa ihtiyacı vardır’ düşüncesini çok küçük yaşımda öğrendim. Tabi ki, benim gibi hayal gücü yüksek ve hayalleri için savaşmaya kararlı bir insanın çok fırtınalar yaşayacağı kaçınılmazdı. Bende o zamanlar, kendime sığınak olarak, Yüce Yaradan’ın sevgisini ve dostların yüreğini seçmiştim. Benim acı çektiğimi düşünerek zevk alanlar hala sığınağımda huzur içinde olduğumu bilseler ne yaparlardı?
Sevgisini hissedebilme şuurunu şahsıma bahşeden Yüce Yaradan’a şükredip, bu fırtınalı günlerde sığınmam için yüreklerini açan tüm dostlarıma sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum..
Şu an cezaevinde bulunmama sebep olan hiç bir konuyla ilgili aslında bir şey yazmak istemiyorum, kendimi savunma ihtiyacından çok, şahsımı hedef alanların çirkince saldırılarından dolayı tartışmaların içerisine çekilen, sizlerin, bilgilenmeniz adına mektubumun bazı bölümlerinde bu konulara değineceğim..
Düşünmeden edemiyorum, sayısını takıp dahi edemediğim, şahsım için cezaevi adresine mektup yollayan, insanların düşünceleri mı doğru, yoksa tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını devletten hortumlayarak milletimizin geleceğini ipotek altına almak suretiyle kredi adı altında çaldıkları paraları ödeme erdemine dahi sahip olmayan, bir takım ailelerin bu paralarla sahip oldukları basın kuruluşlarının yazdıklarımı doğru?
Diye kendi kendime soruyorum..
Biliyorum ki, Yüce Yaradan, her şeyi bildiği gibi kendime sorduğum bu soruyu da bilir, ve Hakkın hakimliğinde, Hak mahkeme olan mahkeme-i Kübra’ya gönül rahatlığında yargısını yapar..
Son günlerde Türklük kavramıyla ilgili yeni tanımlamalar yapılmaya çalışıldığını üzüntüyle izlemekteyim.ben de bu tartışmanın içerisine kısmen dahil olup, kendimce yorumlamak istedim..
Türk, Yüce Allah’ın diğer kavimlere rehber öğretmen olarak gönderdiği ırkın ismidir! Ergenekon’dan çıkarak bilgi ve bilgeliklerini paylaşmak ve yeni rehber olmak amacıyla tüm dünyaya yayılan, dünyaya adalet ve asaleti öğrettiği gibi, gerektiğinde bu doğrular için savaşmayı da, onur kabul eden, ancak, son yüzyıllarda dünyadaki bir çok milletin ortak planıyla sistemli bir şekilde esaret altına alınmaya çalışılan bir ırkın adıdır!
Türkçülük, benim yorumuma göre; Türklerin binlerce yıl evvel Ergenekon’da Yüce Yaradanın huzurunda gönül nikahı kıyarak birbirine bağlanan bütün Türk boylarının birlik ve bağlılık yeminin adı dır.. Türkçüler ise; bu yemini son nefesine kadar koruyan ve özellikle son yüzyıllarda esaret altına alınmaya çalışılan ırkını bu esaretten kurtarmanın zorunluluğuna inanan, bedeli her ne olursa olsun, ödemeye talip olan Ergenekonun çocuklarıdır..
Tabi ki bu düşünceler sadece şahsımı bağlar, Türk ve Türklüğü benim tanımlamalarımdan çok daha iyi yapan milyonlarca kişi olduğuna eminim..
Son günlerde ülkemizde yaşanılan ‘Türkiyelilik’ kavramı hakkında düşüncemi yaşamış olduğum bir anımı anlatarak açıklamak isterim.
Bir arkadaşımla sohbet ederken bana; ‘söyleyeceklerim konusunda hassas olduğunu biliyorum yanlış anlama ama, sen Türk olmadığını öğrensen ne yaparsın?’ demişti.
Bende, arkadaşımın umduğunun tam tersine sinirlenmeden gayet sakin; ‘bir gün Türk olmadığımı öğrenirsem tabi ki çok üzülürüm, tarihi boyunca öğretmen kavim olarak adaleti ve asaleti tüm dünyaya öğretmiş bu ırkın, gene, son yüzyıllarda gasp edilmiş haklarını geri almak için savaşan bir ferdi olamasam da, bir ırka bu kadar haksızlığı reva görmüş olan diğer milletlere karşı bu ırkın avukatlığını yaparak Türkün hizmetkarlığına talip olurdum’ dedim...
İste, Türkiyelilik kavramını icat edenlere ve kendinin Türk olduğuna inanmayan, Türk olduğunu hissetmeyen herkese teklifim ve cevabım bu düşünce şuuruna ulaşmaları olacaktır..
Bu düşünce şuuruna ulaşmamış, kendini aşamamış, kompleks sahibi şahıslar şöyle diyecektir; “Sen mafya babasısın bu konularda yorum yapmak sana mı kaldı” onlar içinde bir şeyler yazayım ki onları yok saydığımı düşünmesinler.. Mafya babası iddianızı yalnız başıma aynaya bakarken bir kere dahi kabul etmedim. Mafya babalığının ülkemde ne kadar çok özentisi olduğunu bilmeme rağmen ben hiç bu kategoriye dahil olmadım..
Lise -1 de haklı olduğum için inandığım değerler uğruna eylem içinde bulunmaktan dolayı polislerce gözaltına alınmak suretiyle eğitim hayatı bitirilmiş olan ben, akranları üniversiteye giderken, çocuk yaşımda kolej ve dershane gibi eğitim kurumları kurdum, gene on binlerce şanssız yada bir şekilde eğitim hakkına sahip olamamış on binlerce çocuğu hala milletime faydalı bireyler olsunlar diye okutmaya devam ediyorum..
Yatılı okullarda lojmanlarda, sıcak aile ortamında veya cemaatlerde insanın kendini koruması ve iyi yetişmesi çok kolaydır. Çocuk yaşında sokaklarla tanışıp, bu kadar pisliğin içerisinde kendini pisliklerden korumaya çalışarak, pisliğin kaynakları ile savaşan, kanunların kendisine tanımış olduğu meşru müdafaa hakkı oluştuğunda şiddet yapmaktan kaçınmayan ben Sedat PEKER’e ısrarla yapıştırılmaya çalışılan mafya kimliğini asla kabul etmiyorum..
Yaptıklarımı anlatmak narsis bir kişiliğim olmadığı için şahsımı rahatsız etmekte, ancak şahsıma hakaret olarak kabul ettiğim, iddialara da ancak kendimi, Sedat PEKER’in kimliğini anlatarak cevap verebileceğime inandığımdan dolayı açıklama gereği hissediyorum..
Paraya ihtiyacımız olduğunu anladığım günden beri, bir akademisyen gibi, sokakta bulduğum kağıt parçalarını hep okudum, düşündüklerimizi yapabilmemiz için marka kopyacılığını ekonomisi için lokomotif olarak seçmiş Çin cumhuriyetinin ekonomik sistemi ve kendine yazılım mühendisliğini ekonomisine lokomotif olarak seçmiş Hindistan’ın geleceğin en verimli para kaynağı olarak düşündüğüm için, o zamandan beri incelemekteydim. İnsanlar Şangay beşlisinin ne olduğunu bilmiyorken, gazetecilere dahi ben anlatıyordum, ne olduğunu.
Bunu belirtmemdeki sebep: ‘bu kadar bağış için çok para lazım bu kadar çok paraları nerden buluyorsun?”diyenlere cevabımdır..
Sadece Türkiye’de ki ekonomik programın bir kısmını incelemek suretiyle kendilerine sınırsız para kazancı sağlamış ve buna kendilerinin tamamıyla hakkı olduğunu düşünenler benim Güney Amerika ülkelerinin neden geri kalmışlığının cevabını bulmak adına ekonomik programlarını öğrendiğim gibi, bir çok dünya ülkelerinin de ekonomilerini araştırarak öğrenmiş olmamdan dolayı şahsımın para kazanmasına tahammül edemeyerek yaptığım bağış ve hayırları dahi, son derece ahlaksız bir zemine getirmeye çalışanlara bir kez daha, kazancımın kaynağını hatırlatmak istedim.
Israrla maddi kazançlarımı gerekçe göstererek şahsıma yapıştırmaya çalıştıkları mafya kimliğini kendilerine iade ediyorum!
Şunu çok iyi biliyorum ki; onların sorunu benim kazandığım paranın miktarından ziyade, bu parayı nerelere harcadığımda, maalesef!
Tekrar konunun basına dönersek, bir asker gibi devamlı şiddetin içinde olup yaşıtları henüz öğrenciyken eğitimcilik yapan ve bu iki sistemin içinde yaşama mücadelesini devam edebilmesi için gerekli parayı bulabilmek adına tüm dünya ülkelerinin ekonomilerini araştırarak, uluslar arası ekonomi danışmanlığı yapacak düzeyde bilgi birikimine sahip olan şahsım, iddia sahiplerinin mafya babası iddialarını mübarek günlerin hatırına kabul ediyorum ve soruyorum...
Bir mafya babası olarak Türkçülük hareketine bu kadar hizmet edebildim.Acaba sizler o soylu ûnvanlarınızla ne kadar hizmet edip ne kadar bedel ödediniz?
Eski bir atasözünü hatırlatmak isterim, ‘köyde hocalık kolaydır, keramet şehirde hoca olabilmektedir’ daha önceki satırlarda da belirttiğim gibi ben sokaklarda çamurun içinde ve birazda cezaevinde yetişmiş bir Türküm!
Gözaltına alınmış olduğum zaman ele geçirilen mali şubede sayılarak bitirilemeyen çuvallarla dolar olduğu söylenmiş, kamuoyu böyle bilgilendirilmiştir. Gerçi biraz utanarak ve mahcup olarak söylemek durumunda olduğum gerçek miktarsa toplam 7-8 kişiden 9-10 bin dolar civarında bir para çıkmıştır. Şaka gibi değil mi?
Yüzlerce polis dört gün boyunca bu 9-10 bin dolarımı sayamamışlar? Ülkemizde ciddi eğitim sorunları olduğunu biliyordum ama bu kadar da sorun olduğunu, hele polis teşkilatımızda, açıkçası bilmiyordum! Bazen bütün bu yaşadığım her şeyin şaka olduğunu düşünüyorum, devamlı güldüğüm için kaderime, bana yaptığı şakalardan hoşlandığımı düşünerek bu şakaları devam ettirdiğine inanmaya başladım.. Ama aslı öyle değil... Bir düşünürün dediği gibi ‘uçurumun kenarında bile sadece gıcıklık olsun diye hayata gülebilmek’ bende hayal dünyamın geniş olmasından birazda hiperaktif olmamdan dolayı tüm yaşamımı uçurumların kenarında geçirdim ve gıcıklık olsun diye de devamlı gülümsemek zorunda kaldım.. Yoksa bu şaka gibi sebeplerle şahsıma çektirilen sıkıntılardan zevk aldığım için değil..
Bazen düşünüyorum da gençliğimin ilk yıllarından beri bir çok kez cezaevine girdim. Her nedense kendimi hiç mahkum gibi hissetmedim. İnsanların çoğu cezaevinde mahkum olduğumu düşünüyorlar, bazıları da buna seviniyorlar, oysa ben onlar için üzülüyorum... Korkaklık, bencillik, cimrilik, yalakalık ve vefasızlık gibi hastalıklı düşüncelerle kendilerine oluşturdukları sanal cezaevinde bir ömür boyu mahkum olarak yaşıyorlar. Henüz çocukken, böyle bir cezaevine girmeyi ret ettim! Korkunun yerine cesareti, cimriliğin yerine cömertliği, vefasızlığın yerine dostluğu, yalakalık yerine boynumu eğdirmeyip, dik durmayı tercih ettim.. Bedeli F tipi gibi zor şartları olan bir cezaevi olsa bile!
Ben çok normal bir insan olmadığımı biliyorum, zira bu halimle bile ben diğerleri gibi mahkum değilim, onlar son nefeslerini verene kadar sanal cezaevlerinden kurtulamayacaklar! Ben bu günlerin sayılı olduğunu bildiğim için belki de kendimi mahkum olarak görmüyorum, bu hissi yaşayamıyorum.. Bana bu komployu hazırlayan ve onları destekleyen insanların kendi hastalıklı düşünceleriyle oluşturdukları sanal cezaevlerinde mahkum olarak mı yaşıyorlar? Yoksa cezaevinde mahkum olarak yasayan ben miyim?
Bunun kararını ise, yüreklerini kaburgalarının arkasından avucunun içerisine alabilecek samimiyeti ve adaleti olan insanların hakimliğine bırakıyorum...
Cezaevine ilk geldiğim günlerin birinde şöyle bir haberi okuyarak dehşete düştüm; ‘Mahkeme tarafından serbest bırakıldıktan sonraki tutuklama kararının çıkması üzerine, adliyeye gelip teslim olma sürecinde polislerin beni yakalayamamasını ambulansla gelmeme bağlamışlar, yetkili bir müdürde haberin devamı olarak ertesi günü bir açıklama yapmış.ambulans timi kuracağız, ambulansları bu zamanlar için kullandırmayacağız..
Bu nedir ya, buna Allah !diyorum Allah! Başkada hiç bir şey demiyorum! Bu nasıl bir şeydir, bu nasıl bir mantıktır? Ben on kere ölsem on kere doğsam böyle bir şeytanlık aklıma dahi gelmez! Bu ancak şeytanın aklına gelir! Benim taksi plakalı bir araçtan indiğimi orda yüzlerce insan gördü, ama başıma gelecekleri bilseydim tabi ki bir ambulansı hazır bulundururdum! Üst mahkemenin tutuklama kararına uyarak savcılık makamıyla avukatımın görüşmesinden sonra, yani bilgilendirme neticesinde adliyeye çağrıldım. Gıyabımda verilen karar vecizeye çevrilerek cezaevine gitmek için adliyenin kapısından içeri girmemle organize şubenin yetkilileri tarafından tutuklanıp darp edilerek kaçırılmaya çalışıldım! Bu yaşananlar kameralar tarafından da tespit edildi. Ekip otosuna bindirilip şubeye getirilirken henüz şubeye varmadan savcılık emriyle geri getirildim.. Savcının avukatımın isteği üzerine beni ve avukatımı Adli Tıbba işkence muayenesine sevk etti, benim aldığım rapor 7 gün, adaletin 3.ayağı olarak kabul edilen avukatımın raporu 15 gün onunda elini kırmışlar!
Böyle olacağını bilseydim tabi ki ambulansla giderdim! Şikayetimiz üzerine İstanbul Cumhuriyet başsavcılığı tarafından işkence ve kötü muameleden tahkikat başlatılmıştır! Hakimler bizlerden güçlü insanlardır ama hiç birinin boyu 2,5 m ve pazıları 50 cm olduğundan değildir. Ama bizlerden güçlüdürler sebebi, adaleti sağlayan kanunların uygulayıcısı oldukları içindir. Adliyeler güçlü binalardır, en azından ben içeri girerken kendimi toparlıyorum ama adliye binaları ucu başı görünmeyen gökdelen değillerdir nede lüks plazalar gibi komple elektronikle döşenmiş ultra lüks binalarda değildirler.. Ama güçlü binalardır, güçleri adaletin gücünden gelir..
Nöbetçi hakimin kararıyla serbest kaldım.dinlenmek amacıyla evime gittim. Ertesi gün, farklı hakimler tarafından gıyabımda verilen tutuklama kararını kanunlara saygılı her vatandaş gibi saygı göstererek, kanun adamalarının bilgisi dahilinde, söylediğim saatte ve dakikada adliyeye geldim..
Adliyenin kapısında ben ve avukatım darp edilerek saldırıya uğradık, arabaya zorla bindirilerek polisler tarafından kaçırıldım.. Basına devamlı şu bilgiyi varıyorlar. ‘kendini devletten büyük görüyor” benim on sene önceki röportajlarımda da yazılıdır. Devletim bir okyanus ise üzerine düşen bir damla olabilmek ben ve ailem için şereftir! Şahsıma insanların antipati ile bakmasını sağlamak için basına her surette bu yazıyı yazdırtmaya çalışanlar galiba önce kendilerine bakmalılar. Kendilerini kanunlardan büyük zannediyorlar. Oysa ki insanların huzuru ve mutluluğu için var olan kanunlar Mevla’nın kelamları olarak bile kabul edilebilir. Bu kanunları yazan insanların aklı olabilir zira aklı da insanlara bahseden Yüce Yaradandır!
Birde banım korsan bandıyla ve korsan göz bandını kullandığım bir resim için “Sedat PEKER’in evinde ele geçirildi” demişler... Sanki o resim suç aleti, sanki ben gerçekten korsanım! Ve korsanlık yaparken çekilmiş resimde sanki, delil niteliği taşıyor!
Allah aşkına, Bodrum’un bir koyunda “Korsan” isimli bir restaurantta, bizde bütün müşteriler gibi yemek yiyoruz, yanı benim kimliğim dahi bilinmiyor. Gerçi, sonra tanıştık ve çok iyi dost olduk. Şimdi dost olduk dedim ya korkarım ki restaurantın sahibini de gözaltına alırlar! Yerli, yabancı bütün turistler korsan bandı takmış hatıra resmi çektiriyor, benim ne yapmam gerekiyordu? Ağır ağbi rolüm var hem basın bana mafya kimliğini yapıştırıyor, bu kimliğe ters düşer benim takım elbiseyle poz vermem gerekir, sonra basına ayıp olur, adamlar o kadar senedir uğraşıyor bu kimliği vermek için ihanet etmeyeyim mi demeliydim?
Yada ben hakikatten böyle yapsaydım, herkes korsan kıyafetleriyle otururken ben takım elbiseyle, uzaylı gibi resim çektirseydim, çok merak ediyorum, basın bu sefer ne yazardı, bence şöyle derlerdi ‘Sedat PEKER herkes korsan kıyafetiyle otururken takım elbisesi ile mafya olduğunu ispatlayan resimleri ele geçirildi” güler misiniz, ağlar mısınız?.. Bir taraftan mafya babası diyorlar diğer taraftan korsan bantlı hamağın üzerinde resmimi yayınlıyorlar, bide bu suçmuş gibi aramada ele geçirildi diyorlar! Madem öyle kimse sormaz mı gözaltına alınan bir insanın canı, malı, onuru, namusu, şerefi devletin güvencesindeyken, bu adamın özel eşyasını neden gazetecilere veriyorsunuz?
Devlet görevlisi olmanın sorumluluğunu ve onurunu anlayamamış insanlar hem devlet adına hem millet adına hem de hukuk adına yaptıkları açıkça kanunu kendi ellerine alma girişimidir. Özel hayata saygı olan en basit demokratik hakkımın bile bana verilmediği ve küçük düşürücü haberler yapmaları için emniyetin, basına, özellikle devletin güvencesine bıraktığım özel eşyalarımı çirkin yakıştırmalar eklenerek yayınlanmasına açıkçası savcılarımızın hukuk adına ve İç İşleri Bakanlığının da, emniyetin devlet yetkilerini kötü kullandıkları açık olan bu kişilere başlarını çevirmelerini gördükçe, Sayın Adalet Bakanının söylediği normal vatandaşın hakkının ve hukukunun rahatlıkla çiğnendiğini tekrar hatırlamaktayım.. Ki onlara emanet olan malın güvenliğine ihanet edilmesi hukuk devletinde normal karşılanır hale gelmiş ki hiç bir yetkili kurum hukukun gereğini yapmamaktadır!
Bizim gibi sıradan vatandaşların hata yapma lüksü kısmen de olsa vardır, ancak devleti temsil eden kurum ve kuruluşların böyle bir lüksü yoktur!
Devleti temsil eden kişiler suç işlediğinde normal insanlardan daha fazla ceza almalarının sebebi, devlet görevlilerinin yaptığı hataların devlete mal edilmesinden kaynaklanmaktadır..
Bir yandan devletin yüksek sorumluluğunu kendi çıkarı için oyuncak haline getirmiş olduğu açıkça belli devlet görevlileri varken diğer yanda gözaltına alınıp tutuklanan bir insanın tahkikatın başından sonuna kadar tüm detaylarda kanun dışına çıkmama gayreti içinde olan şahsım. Kanunları uygulamakla yükümlü insanların ise kanunlara bir kere bile riayet etmemelerinin sorgusunu sizlerin vicdanına bırakıyorum..
Hukukun temel ilkesi, suçu ispat edilmemiş her bireyi masum kabul ederken, yargısız bir şekilde infaz edilmek suretiyle suçsuz olduğumu ispatlama görevi bana verilmiş oluyor. Halbuki, hukuk iddia makamının iddialarını deliller ışığında ispatlama görevine sahiptir. Öyleyse neden suçluluğum ispatlanmadan suçsuzluğumu kanıtlamaya açıkça zorlanıyorum?
Şahsıma söylenen ‘şunu yapmışsın bunu yapmışsın suçlusun” sözlerine :hayır, yapmadım suçlu değilim! Diyorum cevap olarak: yapmadığını ispat et diyorlar? Böyle bir şey var mı ya? Bu nasıl bir hukuk düzenidir? Siz benim yaptığımı kanıtlamadan ben suçsuz olduğumu nasıl kanıtlarım? Aleyhimde kanıtlanmış bir suç yokken olmayan bir şeyi nasıl ispat etmem istenebilir? Hukuk yalnızca şahsıma mı farklı işletilmektedir?
Hukuk devletine ve Türk adaletine gölge düşüren bazı emniyet yetkililerine , gerçek hukuk devleti tarafından hesap sorulmalıdır.. Başka bir davranış biçimi yüce Türk adaletine ve hukuk devletinin prensiplerine ihanet olacaktır!
Gene hakkımda ‘Romanya’ya kaçtığı polis tarafından tespit edildi” ‘şu ilden yata bindi’ tüm ayrıntıya kadar sanki kaçmışım gibi naklen yayınlar yapıldı. Ertesi günü teslim olunca, yani hiç kaçmadığım anlaşılınca, yeni senaryolar devreye sokuldu! Ancak neden hiç kimse çıkıp sormadı hani bu adam kaçmıştı? Neden emniyet basına böyle yanlış bilgiler veriyor, diye kimsenin çıtı çıkmadı! Aynı şekilde, adliye kapısından kaçırılır gibi zorla darp edilerek arabaya bindirilişim il emniyet müdürüne de yakaladık diye rapor ediliyor ve akabinde CNN Türkün kutlama gecesinde sayın İstanbul emniyet müdürümüze ‘adliyenin bırakıp tekrar tutuklama kararı almasına ne diyorsunuz?” Sorusuna kendileri yorum yapmayarak bizim görevimiz emirleri yerine getirmektir, zaten arkadaşlarımız tekrardan yakalayıp cezaevine getirmişlerdir’ diyor..
Bütün basın kuruluşlarına saat 3’te teslim olacağımı bildiren bilgi notu geçmeme rağmen adliye kapısında darp edilmek suretiyle kaçırılmamı tüm Türkiye seyrediyorken, il emniyet müdürüne yakaladık diye bilgi veriyorlar ve zaten bu filmin sonu bu olur herhalde sözü bence her şeyi açıklamaktadır..
Sebebini izah etmek istiyorum, ben şu anda tutuklu olmasaydım organize suçlar şube müdür yardımcısı ve bazı kısım amirleri tutuklanacaktı!
Gözaltına alınmadan önce 3 ayrı suç duyurusunda bulundum;
• Bir yakınıma işkence yapmaları ve işkencenin dava aşamasına getirilmesinin baskı ile vazgeçirilmeye çalışılması
• Yalan ifadelerle suç oluşturarak komplo kurmak
• Yusuf Altay ve iki organize şube yetkilisi tarafından şahsımdan 5 milyon dolar istenmesi
Yaptığım bu suç duyurularında adaletin hukuk çerçevesinde yaptırımını da sizlere izah etmek isterim:
Birinci ve ikinci suçlardan mevcut delillerle haklarında dava açılıp, hukukçuların tespitlerine göre, davalardan suçlu bulunup ceza almaları ve devlet görevlerinden atılmaları kesin olarak kabul edilmekteydi..
Üçüncü suç duyurumuzda ise tahkikat aşamasında, yani dava açılmadan hemen tutuklanmaları danıştığım bütün hukukçular tarafından kesin olarak kabul edilmekteydi! Benim cezaevine girmem onların tutuklanmalarını şimdilik engelledi.. Bundan sonra basında yazılacakları dahi tahmin etmek hiç zor değil, kendi çirkin maskelerini saklayarak topluma mafyayla mücadelenin mükafatı işte bu.. Diyerek toplumu yanılgıya sürüklemeye devam edeceklerdir!
Diğer şikayetlerimizi de merak edeceğinizi düşündüğüm için açıklamak isterim..Bundan 10 gün önce işkence yapmak ve görevini kötüye kullanmaktan İstanbul 7.ağır cezada 4 emniyet yetkilisi hakkında dava açılmıştır!
Gene yanlış beyanlarla suç oluşturmak ve komplo kurarak adaleti yanıltmaktan Fatih Asliye cezada dava açılmıştır!
Ben gözaltına alınmadan tam 4 ay önce emniyet yetkililerinin şahsım için şu andaki suçlamalarla komplo kuracağının bilgisini aldığımı ve bu bilgi doğrultusunda şahsım hakkında tahkikat yapılarak hayali suçlamalar oluşturup komploya zemin hazırlandığını savcılıklara duyurmuştum ve tam tutuklanmadan 10 gün öncede bu kişiler hakkında görevi kötüye kullanmaktan ve komplo kurmaktan dava açılmıştı. O kadar komik ki benim suç duyurusunda bulunduğum dosya karşıma aynı savcılığa bahsettiğim şekilde aleyhime döndürülerek tutuklanmam sağlanmıştır!
Aynı şekilde, emniyet müdür yardımcısı ve yetkili amirleri de bu dosyayı yalan beyanlarla oluşturdukları için asliye cezada açılan davada görevi kötüye kullanmaktan yargılanmaktadırlar! Tam fıkralık bir olay! Rüşvet amacıyla komplo kurmaktan açılan soruşturmada delillerin toplanması hala devam ettiği gibi bu kişiler benden daha çok dosyadan sanık olmalarına rağmen tutuklu dahi değiller! Beni gözaltına almayı ve basını da kendileri için kullanmayı o kadar güzel planladılar ki kendi tutuklanmalarını bir sürelik engellediler...
Avukatlarımın haklarında açılan davaları hemen basına bildirelim önerilerine, hakkımda bu kadar yazılıp çizildikten sonra düzenlenen dosya yasal değilmiş hile ile hazırlanmış ve bu yüzden emniyet yetkilileri hakkında dava açılmış diye yazmalarını mı bekliyorsunuz? dedim..
Gene İç İşleri Bakanlığına verdiğimiz şikayet dilekçesinin gereği yapılarak, yetkililerin açığa alınması gerekirdi.. Tabi ki bunu yapmadılar, İç İşleri Bakanlığının son zamanlardaki durumu herkesin malumudur! Şahsımı bertaraf etmek için bu yetkililerin yaptıklarına göz yumdukları gibi, hala buna devam edilmektedir!
Gözaltına alınmadan 4 ay önce bu şikayet dilekçesini verdiğim halde, bu yetkililere ‘Size bir şey yapmayacağız, hatta affedileceksiniz, ancak Sedat PEKER’i imha ederseniz’ denilmiştir!
Netice, resmin tamamını incelediğimizde İç İşleri Bakanlığının organize şubede ki yetkililerine sizi meslekten atmıyoruz, sizi bu adam şikayet etti, bu şahsa gereğini yapın! Kendinizi kurtarın! Tablosu açık ve net görülmektedir...
Vicdanımızla birlikte oturup düşündüğümüzde bu yapılanmanın esas kendisinin organize suç örgütüne daha çok benzemekte olduğu açıkça bellidir!
Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki yapmadığım telefon görüşmelerini yapmışım gibi gösterip insanlarla beni düşman etmeye çalışmak acaba bu komplonun ortalığı karıştırmak amacıyla devamı mıdır? Dijital teknolojinin boyutlarının vardığı noktayı çocuklar dahi bilirken, PC lerden kaydedilmiş sesin karakter analizi ile saygı ve sevgi dolu sözler sarf ettiğiniz konuşmanız kolayca bu kişiyi öldürmek istediğiniz biçiminde değiştirilebilmektedir!
Gene basında Ayhan Çarkın ile resim çekilip sonra hakaret ettiğim beyanatları tamamıyla yalandır! O konuşma için ses analizi yapabilecek teknik bir üniversite var ise görüşmenin var olduğunu iddia ediyorlarsa mahkemeden teknik analız yapılmasını talep edeceğiz! Aynı olayı daha önce Ayhan Çarkın benim arkamdan konuşmuş diye Cumhuriyet gazetesine yazdırmışlardı o zaman bizi düşman edemediler. Şimdi plağı ters çeviriyorlar. Hiç merak etmesinler bu tip oyunları rahatlıkla geçebilecek bilgi birikimine sahibiz!
Sabırla satırlarımı okuyanlara çok teşekkür adıyorum.. Geçmiş bayramınızı kutlayarak bir Japon atasözüyle mektubumu tamamlamak istiyorum...
Yalan çok çabuk herkese ulaşır, doğruysa yavaş ama tam zamanında yetişir...
SEDAT PEKER